Esme deli rüzgâr esme dur artık
Götürme umudumu, bir tutam mutluluğu
Savurma gökyüzüne düşlerimi, git artık
Sevgi yağmurlarıyla üzerime dök umudunu
Ne kaldı dudağımda bir acı sözden başka
Deva bulunmaz mı yüreğimdeki aşka
Söyle neden her zaman gözyaşı benim olsun
Rüzgâr, gözyaşımı bir tek sen kurutursun
Umudumu alıp götürdün sen gidince
Derdimi de al götür es esebildiğince
Hiçbir şey bırakmadın ne sevgi ne de yar
Varım yoğum ne varsa alıp götürdün rüzgâr
Uğul uğul başımdan esip de geçiyorsun
Ne kaldı vermediğim daha ne istiyorsun
Kapandı bütün yollar dönemem asla geri
Sen de bırak git rüzgâr anlamıyorsan beni
Gitme rüzgâr dön bana vazgeçtim mutluluktan
Hiçbir tat alamadım böylesi yaşamaktan
Gitmezsen eğer, benim sırdaşım sen olursun
Her şeyimi al rüzgâr sen gitme ne olursun...
Aylardan Temmuz, günlerden Cuma
Böyle bir yaz ayında yaşadık o zemheriyi
Sanki her gün, Temmuz'un On Beşi gibi
Unutmadık tarihimizdeki o karanlık geceyi
Vatanımda yankılandı bir çirkin çığlık
Meğer o uğursuzluğun ayak sesleri
O kara geceyle ülkemin çektiğini
Bir daha yazma ey kader, yaşatma ey adl-i İlahi
Şuna bak arkadaş..! Nasılda sızmış vatanımın kalbine benim
Zulmetle, düşmanla toprağıma bir de göz dikmiş
Hem de benim tankım, benim silahımla
Beni ürkütüp vatanımı alacağını zannetmiş
Ama milletim gösterdi onlara gününü
İşte bu milletin dillere destan beraberliği
Milli iradenin emri ile uyandı Çanak kale ruhu
Sokaklarda nöbet tuttu bekledi her geceyi
Ey şanlı Türk milleti
O kara geceyi unutma, unutturma
Anlat nesilden nesile o ruhu
Huzur bulsun, sürur olsun, güç bulsun;
Birlikte sustursun bütün sinsi güruhu
Eski bir tahta evde irkildim,
Telefonum yoktu,
Cebim bomboştu,
Hissediyordum ama yine yokladım,
Üzerimi silkeleyip kalktım,
Gıcırtılıydı sanki parkeler,
Hissediyordum ama ses yoktu,
Yavaş yürüyordum korkuyla,
Bir kız çocuğu merdivenlerden geldi,
Tuttu elinden sokağa çıkardı,
Eski evlerin arasında,
Arnavut kaldırımları dizili,
Bomboş bir sokaktı,
Biraz yürüttü çekiştirerek küçük kız,
Bu sokaktan deniz görünüyordu,
Arkada koskoca bir cami görünüyor,
Yanında da külliyeleri,
İnsanlar toprak taşıyordu ellerinde,
Avuçlarında toprak,
Hiç bir şey yokmuş gibi konuşuyorlar,
Salına salına yürüyorlardı,
Olayı anlamaya çalışırken,
Çekti kolumdan,
Şapkamdan toprak aldı,
Yüzüme bir şeyler söyledi,
Kısık geliyordu ses,
Tamamen döktüm kalanını,
Son duyduğum "Ne yaptın" oldu,
Bir anda tekrar gitti ses,
Arkamı döndüm,
Toprak atılmıştı yine şapkama,
Çıkardım hırkamı,
"Bu topraklar sizi sağır ediyor" dedim,
İtti beni atladı geri arabasına,
Arkamı döndüm küçük kızı bulamadım,
Bir ev kapısına saklanmış,
Küçük kız orada ağlamaya başlamış,
O çilli yüzünden yaşlar dökülüyordu,
İnsanların topraklarını dökmeye çalıştım,
Etrafımdaki insanları sarstım,
Ama diretiyorlardı topraklarını,
Bağırıyordum,
Susturmaya çalışanlar oldu,
Toprak atmaya çalışıyorlarken,
Üzerime su attı birisi,
Çamur oldum oracıkta...
Gökte parlayan ilk yıldızdın.
Hani çağları aşan ecdadın var ya; işte onun hayaliydin Kudüs.
Sen ilk kıblem, şehr-i nebiimdin .
Hz. Ömer'le Selahaddin Eyyubi'ye kadar nice ecdadın düşüydü Kudüs.
Nur yüzlü bir peygamberin miracına şahittin.
Bir onurdun, bir sevdaydın,
Mazlumun duasıydı.
Sen ki çevresi mübarek kılınmış Şehr-i Kudüs.
Güneş terk etti, gölgelendi artık her yer hüzün
Zifiri bir sessizlik, bu yaşanan
Masum gözleriyle tarihin bütün şeridini geçirdim gözlerimin önünden .
Ve süzülen gözyaşları şehrin her bir yerinden
Kalbimin ortasına damladı bir bir
İşte o an sığamadım, çıktım bedenimden
Dağların denize sıralanışı gibi
Yağmurun toprağıma hayat verir hasretim kıymetinden.
Şehadet aşkıyla yanan yüreğim Şehr-i Kudüs
Gülümseyen bir çocuğun tebessümü, yılların kederli yüzü
Sen umudun adı, mazlumun duasısın Şehr-i Kudüs;
Sen İslam'ın gücü, sen ümmetin süruru.
Bu şehre sarıl dört elle
Geceyi aydınlatan ay süslesin gülüşlerini,
Kaçamayacağını bilmenin hüznünü hissediyorum bu sokakta.
Sesleri yokla hangi sabahın habercisi bu kuş?
Gök kızıllığının sarhoşluğundan mı gözyaşların?
Sarıl bu şehre tüm kalbinle.
Göğüs kafesinin içinde pır pır atan yüreğinle.
Sabahın deniz üstü durgunluğuna,
Gecenin zincirini koparan hırçın dalgalara,
Kırılmış dostlukların unutulmuş tebessümlerine,
Akıp giden günlerde Galata'nın yine de yalnızlığına sarıl.
Sarıl bu şehre en içten uzletinle.
Gök boğarken seni hayali bir rüyada,
Bu semtin kara duvarları batarken ay gibi,
Sessiz bir hüznü içine çekerken bahar,
Sarıl bu şehrin sayfalar dolu mazisine.
Ay tutulurken şehre,
Ver elini İstanbul.
Kayıp giden zamanın dehlizlerine bırakırken duygularımı,
Gurup ol yüreğimin mefta hüznüne.
Bir semti yaşamak kadar,
Soluksuz işle,
Anılarımı,
Sokaklarına...
Kayıp renklerde yanarken gün ışığı,
Deniz fenerleri sönmeden sarılırken bu şehre,
Yıldızlar dökülürken karanfillerden,
Gülümserken seher vaktine;
Bana,
Ellerini ver,
İstanbul.
Toprak parçasından ibaret değildir vatan.
Neden can verdi düşünmez misin ulu atan.
Tarihten silinmez bu vatan için çarpışan.
Süngü tak, ileri bak,hep ileriye kahraman.
Var mı Gabar Dağı'nın Ergenekon'dan farkı?
Atatürk gibi hep en önde cesur Türk halkı.
Uyan Türk! Sen değil miydin bu dağları yaran?
Süngü tak, ileri bak, hep ileriye kahraman.
Hangi kalem yazabilir senin yazdığını?
Hangi dil anlatabilir senin destanını?
Kalk Türk! Övünç taşsın Anıttepe Ankara'dan.
Süngü tak, ileri bak, hep ileriye kahraman.
Türk Askeri! Şaşmaz adaletinin namlusu.
Türksün sen! Nasıl olsun sende ölüm korkusu?
Sen değil misin gömülene kadar savaşan?
Süngü tak, ileri bak, hep ileriye kahraman.
Düşmana atılacağım arkama bakmadan.
Sevinirim gömülünce ölüm yıkanmadan.
Şeref duyacağım Türk Milletinden olmaktan.
Atamın gelen gücüyüm Anafartalardan.